John Maynard Keynes
5 Haziran 1883 de Cambridge'de doğmuştur. Tanınmış bir iktisatçı olarak İktisadi Doktrinler Tarihine geçen Keynes, sadece teorik alanda kalmayarak ekonomi politikası ile ilgili önemli meselelerin münakaşa ve müzakerelerine iştirak etmiş, çeşitli pratik meselelerle uğraşmış, ekonomi dışında bir çok mevzulara fikri ilgi duymuş bir kimsedir. Bu hal onun hayatına ve eserlerine çeşitlilik ve derinlik vermiştir. Babası John Neville Keynes 1891 de yayınladığı Scope and Method of Political Economy — İktisat ilminin gaye ve metodu isimli eseri ile iktisat ilmi sahasında en iyi metodolojilerden birini vermiş bir iktisatçıdır.Oğlu John Maynard Keynes'i Eton'da orta tahsilini ikmal ettikten sonra, Cambridge'de King Kolejine vermiş, Keynes burada matematik, klasik edebiyat, felsefe ve ekonomi öğrenimi görmüştür. Ekonomi derslerinde Alfred Marshall ve Edgeworth gibi meşhur aöğrencisi olmuştur. Keynes, kolej öğreniminden sonra kısa bir süre (1906-1908) Hindistan Dairesinde çalışmış, bu süre zarfında ihtimali hesaplara dair eserini yayınlamıştır. 1909 da hocası Alfred Marshall tarafından King Koleji'ne alınmıştır. 1911 den 1937 yılına kadar burada ekonomi dersi okutan Keynes, 1919 dan itibaren bu kolej de idari görevler de almış; 1911 de Economic Journal'ın yayınlaması görevini üstlenmiş; ayrıca The New Statesman and Nation mecmuasının yayımına katılmıştır. Bu arada, 1913/14 de Hindistan'ın para ve maliye durumunu incelemek için kurulan komisyona iştirak ettirilmiş, bu faaliyeti sonunda ekonomiye dair ilk eserini meydana getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz Maliyesinde çalışmış, Versay sulh anlaşmasında İngiliz heyetine dahil olmuş ve anlaşmanın iktisadi hükümlerine karşı çıkarak, sonradan bu hükümleri eleştiren bir kitap yayınlamıştır. Bu kitap Keynes'in Dünyaya tanınmasına sebep olan ilk yapıtıdır.Keynes ülke içinde muhtelif komisyonlarda görev almış uzman olarak fikirlerine müracaat edilmiş bir iktisatçıdır. 1940 -1946 arasında İngiliz Hükümetinin maliye danışmanlığını yapmış, 1943 den sonra savaş sonrası para meseleleri görüşülmek üzere Amerikalılar ile yapılan müzakerelere katılmıştır. Bu müzakereler bilahare Bretton woods anlaşmasını meydana getirmiştir. Bu çeşitli hizmetlerinden dolayı 1942 de Keynes'e Lord unvanı verilmiş ve Lordlar Kamarasına alınmıştır.Uygulama alanında bir sigorta şirketinin yönetim kurulu başkanı olarak çalışmış ve bir investment company kurarak idare etmiştir. Bunun dışında Tilton'da bir çiftlik satın almış, bu çiftliği de başarı ile yönetmiştir. Edebiyata ve sanata merakı vardır. Bu sayede kendisine bir çok şeref payesi verilmiştir.Ölümünde İngiliz gazeteleri, İngiltere'nin büyük bir evladını kaybettiğini, Keynes'in bir dahi olduğunu, iktisat politikası alanında Dünya ölçüsünde tesirler yarattığını, bir çok alanlarda faaliyet gösterdiğini v.b. yazmışlardır.
Keynes'in İktisadi Düşünceleri Başlangıçta, Keynes hocası Alfred Marshall'ın etkisi altında kalan neo-klasik bir ekonomist idi. Ona göre Marshall, yüz seneden beri gelen en büyük iktisatçıdır. Ekonomiye denge ilkesini getirmiştir. Zaman öğesini teoriye sokmuştur. Bu iki husus Keynes'in de düşüncelerine esas olmuştur.Keynes'in ilk yapıtları tamamen neo-klasik temellere dayanmaktadır. Versay sulh anlaşması üzerine yazdığı yazı buna bir örnektir. Bu yazıda Almanya'ya yükletilen savaş tazminatının transferi üzerinde durulmakta, tazminat ağır ve gayri adil bulunmaktadır. 1923 de yayınladığı «Tract on Monetary Reform» isimli yapıtı ile klasiklerden biraz ayrılmaktadır. Bu yapıtta ortaya atılan düşünceler daha önce yayınladığı «Indian Currency and Finance» kitabındaki düşüncelerinin bir devamı olmakla beraber, bazı yenilikler getirmektedir. Örneğin, tasarrufla yatırım arasındaki farka işaret edilmiş; enflasyonun deflasyona, kambiyo kurlarındaki istikrarsızlığın iç fiyat düzeyindeki dalgalanmalara tercih edilebileceği ifade olunmuştur. Keynes bu kanaatini hayatının sonuna kadar muhafaza etmiştir, işsizliğin kendi kendine işleyen bir ekonomi düzeninde ortadan kaldırılmasındaki güçlüğe işaret etmiş, 1925 de altın para sistemine dönülmesini eleştirmiştir. Gerçekten, altın para sistemine dönülmesinden sonra iç fiyat düzeyinin durumu uzun süren bir işsizliğe sebep olmuştur. Keynes altın para sistemi ve sabit kambiyo kuru politikasının ülke içinde istihdam düzeyine etkilerini inceleyerek, bir ülkenin istihdam seviyesini dış tesirlere bağlamanın doğru olamayacağını ifade etmiştir. Ona göre, para, faiz ve fiyat düzeyi kambiyo kurlarına göre değil, milli ekonominin ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir.Keynes'i klasiklerden ayıran ilk denemesi 1930 da yayınladığı «A Treatise on Money» isimli yapıtıdır. Bu yapıtına göre, istihdam yatırıma tabidir; yatırım ise, faize bağlıdır. Para tedbirleri ile yatırım miktarını tasarrufa uydurmak mümkündür. Kitap zamanında takdir edilmiş ve aynı zamanda bir çok eleştirilere de yol açmıştır.1930 Dünya Ekonomik krizi, Keynes'i krizle mücadele için bir çok tekliflerde bulunmaya sevk etmiş, 1933 de «The Means to Prosperity», 1935 de «A Self-Adjusting Economic System» isimli makalelerini ve nihayet 1936 da kendisine ekonomi doktrinleri tarihindeki ününü sağlayan «General Theory of Employment, Interest and Money» adlı yapıtını yayınlamıştır. Keynes, bu yapıtında genel ekonomik dengenin tam istihdam seviyesine özgü bir olay olmadığını, düşük istihdam düzeyinde de denge olabileceğini ortaya atmış, piyasa ekonomisinin düzenli biçimde işlemesini temin etmek için kendi kendine dengeyi sağlayan güçlerin yetersizliği üzerinde durmuş, bunu gidermek için devletin müdahale gereğine işaret etmiştir. Örneğin, gerçek talebin yetersiz olduğu yerde bizzat devletin gerekli talebi yaratmasının zorunlu olduğunu savunmuştur KLASİK TEORİ VE KEYNES‘İN GENEL TEORİSİ Keynes, Ad. Smith'den Alfred Marsall'a kadar ortaya atılan ve esas itibariyle Ricardo'nun iktisat teorisine dayanan iktisadi düşünceleri klasik teori olarak görmektedir. Keynes, klasik teoriyi genel teori içinde özel bir durum olarak görmekte, J. B. Say'in mahreçler kanununu esas almak suretiyle istihdam sorununu çözümlediğini sanmakla suçlamaktadır.Klasik teoriye göre, serbest rekabetin geçerli olduğu piyasa ekonomisi düzeninde her arz kendisine eşit talep yaratır. Üretimle yaratılan gelirin tamamına eşit harcama yapılır. Talep yetersizliğinden ileri gelen bir işsizlik görülmez. Gerçi, insanlar gelirlerinin bir kısmını gelecek gereksinmelerini düşünerek tasarruf ederler. Ne var ki, tasarruflarını atıl bırakmazlar; ödünç vererek tasarruflarının ödülünü görmek isterler. Böylece birinin harcamadığını başkası harcar; tasarruf kadar yatırım yapılır. Toplam talep ile toplam arz arasındaki eşitlik sağlanmış olur. Tasarruf - yatırım eşitliğini, dolayısıyla toplam taleple toplam arz arasındaki eşitliği reel faiz haddindeki değişmeler sağlar. Yine klasik teoriye göre, bu eşitlik tam istihdam düzeyinde meydana gelir. Bunu reel ücretlerdeki değişmeler sağlar. Çünkü gerek emek talebi, gerekse emek arzı reel ücretlerin bir fonksiyonudur.J. M. Keynes «kendi kendine işleyen bir piyasa ekonomisi düzeninde iktisadi dengenin bozulmayacağı ve bu dengenin tam istihdam düzeyinde oluşacağı» yolundaki klasik düşünceyi eleştirmiştir. Ona göre, insanların ellerine geçen parayı atıl bırakmayacakları görüşü her zaman gerçeğe uymaz. Gerek tasarruf, gerekse yatırımların faiz esnekliği klasiklerin iddia ettiği düzeyde değildir. Tasarruf her şeyden önce gelir düzeyine bağlıdır. Yatırım sermayenin marjinal verimliliği ile faiz haddine göre oluşur. Örneğin, kâr şansının azaldığı, zarar etme olasılığının arttığı iktisadi dönemlerde faiz haddi düşürülse bile, firmalar yatırım yapmaktan çekinebilirler. Böylece talep yetersizliği meydana gelebilir.Talep azlığından meydana gelen işsizliğin işçilerin daha düşük ücrete çalışmaya razı olmaları suretiyle giderilebileceği yolundaki düşünce gerçekleri yansıtmamaktadır. Çünkü parasal ücretler düşse bile, iktisadi daralma dönemlerinde görüldüğü gibi, eğer üretilen malların fiyatlarında da düşme varsa, reel ücretlerde istihdam düzeyini yükseltmeğe yeter derecede bir düşme olmayabilir. Kaldı ki günümüzde işçi sendikaları ücretlerin düşürülmesine karşı çıkarlar.Talep azlığından meydana gelen işsizliğin işçilerin daha düşük ücrete çalışmaya razı olmaları suretiyle giderilebileceği yolundaki düşünce gerçekleri yansıtmamaktadır. Çünkü parasal ücretler düşse bile, iktisadi daralma dönemlerinde görüldüğü gibi, eğer üretilen malların fiyatlarında da düşme varsa, reel ücretlerde istihdam düzeyini yükseltmeğe yeter derecede bir düşme olmayabilir. Kaldı ki günümüzde işçi sendikaları ücretlerin düşürülmesine karşı çıkarlar.J.M. Keynes'e göre, işçi istihdamı firmaların üretim kararlarına; firmaların üretim kararları ise, satışlara bağlıdır. Yani istihdam düzeyini belirleyen öğe gerçek taleptir. Alış verişe paranın aracı olduğu piyasa ekonomilerinde gelirden az veya gelirden fazla harcama yapılabilir. Gelirden az harcama yapılırsa, firmaların satışları azalacağından, istihdam hacmi daralır; gelirden fazla harcama yapılırsa, firmaların satışları artacağından, eğer ekonomide eksik istihdam durumu varsa, istihdam hacmi genişler, üretim artar; tam istihdam durumu varsa, fiyatlar yükselir.Şu açıklamadan anlaşılacağı gibi, ekonomik denge her zaman tam istihdam düzeyinde oluşmaz; eksik istihdam düzeyinde de meydana gelebilir. Bu durumda istihdam hacmini genişletmek, tam istihdam düzeyine ulaşmak için toplam talebin artırılması zorunludur. Çünkü firmaların istihdam hacmini genişletmeleri satışlarına, bu ise, harcamaların, yani talebin artmasına bağlıdır.Tam istihdamı talebe bağlayan görüşlere Malthus, Sismondi ve bazı sosyalist ekonomistlerde de rastlamak mümkündür. Ancak, Keynes toplam arz ile toplanı talebi belirleyen öğeleri inceleyerek, yeni bir sistem kurmaya çalışmıştır.Keynes'e göre, istihdam düzeyini ve milli geliri belirleyen toplam gerçek talep iki kısımdan oluşmaktadır :i) Tüketim mallarına talep; Keynes'in deyimi ile beklenilen tüketim harcamaları;ii) sermaye mallarına talep; Keynes'in deyimi ile beklenilen yatırım harcamaları.Keynes kitabının büyük bir kısmını bu iki talebin incelenmesine ayırmıştır. Gerek tüketime, gerekse yatırıma çeşitli değişkenler tesir etmektedir. Bu değişkenler objektif ve sübjektif olmak üzere iki kısımda incelenebilir.i) Tüketimi belirleyen objektif değişkenlerin en önemlisi gelirdir. Gelirle tüketim giderleri arasındaki fonksiyonel ilişkiye tüketim eğitimi derler. Tüketim eğilimi gelirin tüketime harcanan kısmının gelire oranıdır. Tüketim eğilimini h ile gösterecek olursak, tüketim mallarına talepI = h . Gye eşittir. Burada I tüketim mallarına talep miktarını, yani tüketim harcamalarını, G milli geliri göstermektedir. Gelir arttıkça tüketim de artar. Fakat bu artış gelirdeki artış oranında olmayıp, daha düşük orandadır. Başka bir deyimle, marjinal tüketim eğilimi (dl/dG) müsbet olmakla beraber, birden küçüktür. Belki hiç yatırım yapılmayan durgun bir ekonomide gelire eşit tüketim yapılması düşünülebilir. Ancak, gerçekte böyle bir ekonomi yoktur. Gelişen her ekonomide gelirin tamamı tüketilmeyerek, bir bölümü tasarruf edilir. Hemen her ekonomide halk eline geçen gelirin tamamını tüketime harcamaz; çeşitli saiklarla bir bölümünü tasarruf eder. Genel olarak gelir yükseldikçe, marjinal tüketim eğilimi azalır, marjinal tasarruf eğilimi artar. Gelirle tüketim harcamaları arasında tasarruf eğilimine göre değişen bir fonksiyonel ilişki vardır. Tüketim harcamalarına gelirden başka, gelir bölüşümünde, faiz haddinde ve vergi politikasındaki değişmeler gibi objektif öğeler; ileride yapılması muhtemel tüketim harcamaları için ihtiyatlı olma, ailenin gelecekte büyüyen gereksinmeleri ile gelir durumu arasındaki muhtemel dengesizlikleri giderme düşüncesi, faiz ve fiyat artışlarından yararlanma arzusu, gittikçe artan giderlerin vereceği tatmin hissi, hür ve güçlü olma arzusu, ticari ve spekülatif plânların gerçekleştirilmesi amacı ile hazır para bulundurma arzusu, aileye servet bırakma düşüncesi, hasis veya müsrif davranışlar gibi sübjektif öğeler tesir edebilir.Keynes faiz haddinin tasarruf, dolayısıyla tüketim üzerine etkisini kuşku ile karşılamaktadır. Ancak, uzun devrede faiz haddinde önemli denilebilecek yükselmeler ve düşmeler tasarrufu, dolayısıyla tüketimi etkileyebilir. Kısa devrede faiz haddinin tüketim eğilimi üzerine doğrudan bir etkisi yoktur. Çünkü tasarruf üzerinde faizden çok alışkanlıklar ve gerek sinmeler etkili olur. Bununla beraber, faiz haddinin tüketim eğilimini, ekonomik dengenin başka büyüklüklerine tesir etmek suretiyle dolaylı yoldan etkilemesi mümkündür. Keynes'i klasik ekonomistlerden ayıran önemli noktalardan biri budur.Keynes'e göre, vergi politikasının tüketim eğilimi üzerine tesiri faiz haddindeki değişmelerden daha kuvvetlidir. Örneğin, gelirler arasındaki eşitsizliği azaltıcı yönde bir vergi politikası tüketim eğilimini artırır. Öte yandan devletin vergi hasılatından borçlarını ödemesi tüketim eğilimini olumsuz yönde etkileyebilir.Keynes'in sisteminde tüketim eğilimi istihdam düzeyini, gelir hacmini belirleyen değişkenlerden biridir. Gerçekten tüketim mallarına talep bu malların yeniden üretilmesine ve gelirin yeniden oluşmasına yol açar. Tüketim eğilimi, tüketimi etkileyen koşullar çabuk değişmediğinden, uzunca bir devre sabit kabul edilebilir. Gelirin tüketime harcanan bölümü yeniden üretilir. Gelirin tüketilmeyen kısmı tasarrufu oluşturmaktadır. Tasarrufun yeniden üretime, yani gelire dönüşmesi için yatırılması gereklidir. Tasarruf kendi başına gelire dönüşmez.Bu gerçek, Keynes'i tüketim eğilimi ile gelir artışı arasında bir ilişki kurmaya sevk etmiş ve R.F. Kahn tarafından ortaya atılan çoğaltan (multiplier) katsayısını sistemine dahil etmiştir. Çoğaltan katsayısını k harfi ile gösterecek olursak, yatırımlardaki bir artışın milli gelirde husule getireceği artışdG = k . dY ye eşit olacaktır. Burada G milli geliri, Y yatırımı göstermektedir. Fakat iktisadi daralma dönemi için düşünülebileceği gibi, tüketimde bir değişiklik husule gelmeyerek, gelirdeki artışın tamamı tasarruf edilecek olursa, marjinal tüketim eğilimi sıfıra, çoğaltan katsayısı bire eşit olacağından, gelirde ancak yatırımdaki artışa eşit bir artış meydana gelecek; aksine gelirdeki artışın tamamı tüketime harcanacak olursa, tüketim eğilimi bire, çoğaltan katsayısı sonsuza eşit olacağından, gelirdeki artış sonsuz olacaktır. Ancak, son iki halin birbirine zıt iki ekstrem durumun gerçeği yansıtmayacağı unutulmamalıdır. Gelişen bir ekonomide gelirdeki artış tüketim ve tasarruf arasında paylaşıldığına göre, normal durumun da bu iki ekstrem halin arasında olacağı kendiliğinden anlaşılır.Keynes istihdam teorisinde yatırımın istihdamı artırıcı etkisini incelerken, eksik istihdam durumunun mevcut olduğunu varsaymıştır. Çünkü, ancak eksik istihdam durumunda yatırım üretimin artmasına sebep olur. Tam istihdam durumunda üretim artırılamayacağından, yatırımdaki artış fiyatların yükselmesine sebep olur.b) Sermaye mallarına karşı talep, Keynes'in deyimi ile halkın tahmin olunan yatırımı sermayenin marjinal etkinliği ile faiz arasındaki ilişkiye bağlıdır. Çeşitli olanaklar arasında tercih yapabilen bir kimsenin yatırımda bulunabilmesi için, yatırılan sermayenin marjinal etkinliğinin (veriminin) piyasa faiz oranının üstünde olması gerekir. Yatırım sermayenin marjinal verimi faiz oranına eşit olana kadar devam eder.ba) Sermayenin marjinal verimi sermayedeki artışın verimde husule getireceği artışı gösterir. Yani,
Rj= d V/d Sdir. Keynes'in deyimi ile sermayenin marjinal verimi sermaye malının üretimde kullanıldığı sürece getireceği gelirlerin bugünkü değerini, sermaye malının yeniden üretim maliyetine eşit kılan ıskonto haddine eşittir. Bir sermaye malı talep eden, yani yatırımda bulunan bir kimse, bu yatırımın kendisine gelecekte getireceğini umduğu q1, q2, ... qn gelirlerine göre, bugünkü değerini hesaplar. Eğer hesaplanan değer yatırımın arz fiyatından yüksek ise, yatırıma karar verir. Gelecek gelirlerin bugünkü değerini bulmak demek, yatırımın kapitalize değerini bulmak demektir. Şu açıklamadan anlaşılacağı gibi, sermayenin marjinal veriminin hesabında firmaların geleceğe ait kâr tahminleri büyük bir önem taşımaktadır. Firmalar geleceğe ait kâr tahminlerini bugünkü iktisadi duruma, mevcut malların mal oluş ve satış fiyatlarına göre yaparlar. Görülüyor ki, Keynes'in istihdam teorisinde firmaların geleceğe ait tahminlerinin önemi büyüktür. Firmaların geleceğe ait beklentilerinin değişmesi sermayenin marjinal verimini değiştireceğinden yatırımı etkiler.Bundan dolayıdır ki, Keynes'in sisteminde kâr tahminlerinin (geleceğe ait beklentilerin) büyük önemi vardır. Kâr tahmini konusu, uzun ve kısa vadeli olmak üzere iki kısımda ele alınabilir. Kısa devrede firmaların kâr tahmini, mevcut sermaye teçhizatının kullanılması ile ilgilidir. Bu ise sürüm miktarı ve fiyatlara bağlıdır. Uzun devrede kâr tahmini sermaye teçhizatının genişletilmesinin uygun olup olmadığı konusu ile ilgilidir. Buna göre sermaye mallarının talebinin daha çok firmaların uzun devre kâr tahminlerine bağlı olduğu söylenebilir.Yukarıda kısa olarak açıklanan biçimde tahmin edilen sermayenin marjinal verimi faiz haddinin üstünde ise, yatırım kârlı olacağından, yatırıma karar verilecektir; değilse, tasarruf kıymetli senetlere plase edilecektir veya nakit para olarak tutulacaktır. Yatırım, sermayenin marjinal verimi faiz haddine eşit olana kadar genişletilebilir. Keynes'in deyimi ile bir sermaye yatırımının t zamanı içinde tahmin edilen geliri qt ise, ve bir liranın aynı zaman içinde getireceği faizlere göre hesap edilen bugünkü değeri dt ise, bu yatırımın talep fiyatı qt . dt dir. Yatırım, bu fiyatın arz fiyatına, yani sermaye mallarının yeniden üretim fiyatına eşit olana kadar devam eder. bb) Faiz haddi kredinin fiyatıdır. Keynes'e göre, klasik teori faizi tüketimden feragatin bir fiyatı olarak görmektedir. Oysa, tasarruf dur düğü yerde bir gelir getirmez. Tasarrufun gelir getirebilmesi ödünç verilmesi ile mümkündür. Ödünç verme ise, paranın ödeme vaadi ile değiştirilmesidir. Yani, kredi veren paradan vazgeçmektedir. Öyle ise, faiz likiditeden feragatin (paradan vazgeçmenin) karşılığıdır. Başka bir deyimle, faiz gelirin tüketim ve tasarruf arasında kullanma şekline değil, tasarrufun para olarak tutulması veya ödünç verilmesine bağlıdır.Hareket noktası bu olan Keynes faiz haddinin para arz ve talebine göre oluştuğunu söylemektedir. Para arzını, para ve kredi işlerini ayarlamakla görevli makamlar (merkez bankası) belirler. Para talebine gelince, Keynes'in likidite tercihi deyimi ile ifade ettiği para talebi halkın ödeme gereksinimini gidermek için cebinde, kasasında, bankalardaki vadesiz mevduat hesabında tutmak istediği para miktarını göstermektedir. Halk i) muamele, ii) ihtiyat, iii) spekülasyon saiki ile para talep eder.i) Muamele saiki ile para talebi (likidite tercihi) ev idareleri ve firmaların günlük alış verişlerinin gerektirdiği ödemeleri yapabilmek için el altında tutmak istedikleri para miktarıdır. Ev idareleri ve firmaların gelirleri giderleri aynı zamana rastlamaması onları günlük alış verişlerinin gerektirdiği ödemeleri yapabilmek için para tutmaya (likidite tercihine) sevk eder.ii) İhtiyat saiki ile para talebi (likidite tercihi) ev idareleri ve firmaların önceden kestirilemeyen ödemelerini yapabilmek için ihtiyaten el altında tutmak istedikleri para miktarıdır.iii) Spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) fiyatlarda yer ve zaman bakımından meydana gelen değişmelerden yararlanmak maksadıyla el altında tutulmak istenen para miktarıdır. Gerçekten, malların fiyatları yükseliyorsa, bazı kimseler bugün ucuz almak, yarın pahalı satmak; fiyatlar düşüyorsa, bugün pahalı satmak, yarın ucuz almak suretiyle fiyat farkından kazanç sağlamak isterler. Bu türlü işlemleri yürütebilmek amacı ile el altında tutulmak istenen para miktarına spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) denir.Muamele saiki ve ihtiyat saiki ile para talebi daha çok gelir düzeyine; spekülâsyon saiki ile para talebi daha çok faiz haddine bağlıdır. Diğer etmenler aynı kalmak şartı ile, gelir yükseldikçe, muamele ve ihtiyat saiki ile para talebi artar; gelir düştükçe, muamele ve ihtiyat saiki ile para talebi azalır.Diğer etmenler aynı kalmak şartıyla faiz haddi yükseldikçe, spekülasyon saiki ile para talebi azalır; faiz haddi düştükçe, spekülasyon saiki ile para talebi artar. Şöyle ki, faiz haddi yükseldiği zaman, tahvillerin kapitalize değeri düşeceğinden, parası olanlar düşük fiyatla tahvil alarak, ileride yüksek fiyata satmak suretiyle kâr sağlamak isterler; spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) azalır. Faiz haddi düştüğü zaman, tahvillerin kapitalize değeri yükseleceğinden, ellerinde tahvil bulunanlar bu tahvilleri yüksek fiyata ellerinden çıkartarak, ileride düşük fiyata almak suretiyle kâr sağlamak isterler; spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) artar.Yukarıda ana hatları ile anlatmaya çalıştığımız Keynes'in faiz teorisi klasik teoriye benzememektedir. Keynes klasik teorinin, faiz haddini yatırımı tasarrufa eşit kılan bir fiyat olarak açıklamasını doğru bulmamaktadır. Keynes'in sisteminde faiz haddi üç bağımsız değişkenden biridir. Faiz haddi bilinmeden gelir düzeyini ve buna bağlı olarak tasarruf miktarını belirlemeğe imkân yoktur.Keynes'in faiz teorisine bazı eleştiriler ileri sürülmüştür. Bu arada Keynes'in faizi izah için ortaya attığı likidite teorisinin, faiz haddini kredi arz ve talebine göre izah eden teorilerin aynı olduğunu iddia edenler de vardır. Bizzat Keynes kendisine yöneltilen eleştiriler üzerine 1937 de Economic Journal'da yayınladığı bir makalede yatırımın para talebini artırarak faiz haddini etkileyebileceğini kabul etmiştir. Bununla beraber, Keynes ile klasikler arasında yine de önemli farklar vardır.
5 Haziran 1883 de Cambridge'de doğmuştur. Tanınmış bir iktisatçı olarak İktisadi Doktrinler Tarihine geçen Keynes, sadece teorik alanda kalmayarak ekonomi politikası ile ilgili önemli meselelerin münakaşa ve müzakerelerine iştirak etmiş, çeşitli pratik meselelerle uğraşmış, ekonomi dışında bir çok mevzulara fikri ilgi duymuş bir kimsedir. Bu hal onun hayatına ve eserlerine çeşitlilik ve derinlik vermiştir. Babası John Neville Keynes 1891 de yayınladığı Scope and Method of Political Economy — İktisat ilminin gaye ve metodu isimli eseri ile iktisat ilmi sahasında en iyi metodolojilerden birini vermiş bir iktisatçıdır.Oğlu John Maynard Keynes'i Eton'da orta tahsilini ikmal ettikten sonra, Cambridge'de King Kolejine vermiş, Keynes burada matematik, klasik edebiyat, felsefe ve ekonomi öğrenimi görmüştür. Ekonomi derslerinde Alfred Marshall ve Edgeworth gibi meşhur aöğrencisi olmuştur. Keynes, kolej öğreniminden sonra kısa bir süre (1906-1908) Hindistan Dairesinde çalışmış, bu süre zarfında ihtimali hesaplara dair eserini yayınlamıştır. 1909 da hocası Alfred Marshall tarafından King Koleji'ne alınmıştır. 1911 den 1937 yılına kadar burada ekonomi dersi okutan Keynes, 1919 dan itibaren bu kolej de idari görevler de almış; 1911 de Economic Journal'ın yayınlaması görevini üstlenmiş; ayrıca The New Statesman and Nation mecmuasının yayımına katılmıştır. Bu arada, 1913/14 de Hindistan'ın para ve maliye durumunu incelemek için kurulan komisyona iştirak ettirilmiş, bu faaliyeti sonunda ekonomiye dair ilk eserini meydana getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda İngiliz Maliyesinde çalışmış, Versay sulh anlaşmasında İngiliz heyetine dahil olmuş ve anlaşmanın iktisadi hükümlerine karşı çıkarak, sonradan bu hükümleri eleştiren bir kitap yayınlamıştır. Bu kitap Keynes'in Dünyaya tanınmasına sebep olan ilk yapıtıdır.Keynes ülke içinde muhtelif komisyonlarda görev almış uzman olarak fikirlerine müracaat edilmiş bir iktisatçıdır. 1940 -1946 arasında İngiliz Hükümetinin maliye danışmanlığını yapmış, 1943 den sonra savaş sonrası para meseleleri görüşülmek üzere Amerikalılar ile yapılan müzakerelere katılmıştır. Bu müzakereler bilahare Bretton woods anlaşmasını meydana getirmiştir. Bu çeşitli hizmetlerinden dolayı 1942 de Keynes'e Lord unvanı verilmiş ve Lordlar Kamarasına alınmıştır.Uygulama alanında bir sigorta şirketinin yönetim kurulu başkanı olarak çalışmış ve bir investment company kurarak idare etmiştir. Bunun dışında Tilton'da bir çiftlik satın almış, bu çiftliği de başarı ile yönetmiştir. Edebiyata ve sanata merakı vardır. Bu sayede kendisine bir çok şeref payesi verilmiştir.Ölümünde İngiliz gazeteleri, İngiltere'nin büyük bir evladını kaybettiğini, Keynes'in bir dahi olduğunu, iktisat politikası alanında Dünya ölçüsünde tesirler yarattığını, bir çok alanlarda faaliyet gösterdiğini v.b. yazmışlardır.
Keynes'in İktisadi Düşünceleri Başlangıçta, Keynes hocası Alfred Marshall'ın etkisi altında kalan neo-klasik bir ekonomist idi. Ona göre Marshall, yüz seneden beri gelen en büyük iktisatçıdır. Ekonomiye denge ilkesini getirmiştir. Zaman öğesini teoriye sokmuştur. Bu iki husus Keynes'in de düşüncelerine esas olmuştur.Keynes'in ilk yapıtları tamamen neo-klasik temellere dayanmaktadır. Versay sulh anlaşması üzerine yazdığı yazı buna bir örnektir. Bu yazıda Almanya'ya yükletilen savaş tazminatının transferi üzerinde durulmakta, tazminat ağır ve gayri adil bulunmaktadır. 1923 de yayınladığı «Tract on Monetary Reform» isimli yapıtı ile klasiklerden biraz ayrılmaktadır. Bu yapıtta ortaya atılan düşünceler daha önce yayınladığı «Indian Currency and Finance» kitabındaki düşüncelerinin bir devamı olmakla beraber, bazı yenilikler getirmektedir. Örneğin, tasarrufla yatırım arasındaki farka işaret edilmiş; enflasyonun deflasyona, kambiyo kurlarındaki istikrarsızlığın iç fiyat düzeyindeki dalgalanmalara tercih edilebileceği ifade olunmuştur. Keynes bu kanaatini hayatının sonuna kadar muhafaza etmiştir, işsizliğin kendi kendine işleyen bir ekonomi düzeninde ortadan kaldırılmasındaki güçlüğe işaret etmiş, 1925 de altın para sistemine dönülmesini eleştirmiştir. Gerçekten, altın para sistemine dönülmesinden sonra iç fiyat düzeyinin durumu uzun süren bir işsizliğe sebep olmuştur. Keynes altın para sistemi ve sabit kambiyo kuru politikasının ülke içinde istihdam düzeyine etkilerini inceleyerek, bir ülkenin istihdam seviyesini dış tesirlere bağlamanın doğru olamayacağını ifade etmiştir. Ona göre, para, faiz ve fiyat düzeyi kambiyo kurlarına göre değil, milli ekonominin ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir.Keynes'i klasiklerden ayıran ilk denemesi 1930 da yayınladığı «A Treatise on Money» isimli yapıtıdır. Bu yapıtına göre, istihdam yatırıma tabidir; yatırım ise, faize bağlıdır. Para tedbirleri ile yatırım miktarını tasarrufa uydurmak mümkündür. Kitap zamanında takdir edilmiş ve aynı zamanda bir çok eleştirilere de yol açmıştır.1930 Dünya Ekonomik krizi, Keynes'i krizle mücadele için bir çok tekliflerde bulunmaya sevk etmiş, 1933 de «The Means to Prosperity», 1935 de «A Self-Adjusting Economic System» isimli makalelerini ve nihayet 1936 da kendisine ekonomi doktrinleri tarihindeki ününü sağlayan «General Theory of Employment, Interest and Money» adlı yapıtını yayınlamıştır. Keynes, bu yapıtında genel ekonomik dengenin tam istihdam seviyesine özgü bir olay olmadığını, düşük istihdam düzeyinde de denge olabileceğini ortaya atmış, piyasa ekonomisinin düzenli biçimde işlemesini temin etmek için kendi kendine dengeyi sağlayan güçlerin yetersizliği üzerinde durmuş, bunu gidermek için devletin müdahale gereğine işaret etmiştir. Örneğin, gerçek talebin yetersiz olduğu yerde bizzat devletin gerekli talebi yaratmasının zorunlu olduğunu savunmuştur KLASİK TEORİ VE KEYNES‘İN GENEL TEORİSİ Keynes, Ad. Smith'den Alfred Marsall'a kadar ortaya atılan ve esas itibariyle Ricardo'nun iktisat teorisine dayanan iktisadi düşünceleri klasik teori olarak görmektedir. Keynes, klasik teoriyi genel teori içinde özel bir durum olarak görmekte, J. B. Say'in mahreçler kanununu esas almak suretiyle istihdam sorununu çözümlediğini sanmakla suçlamaktadır.Klasik teoriye göre, serbest rekabetin geçerli olduğu piyasa ekonomisi düzeninde her arz kendisine eşit talep yaratır. Üretimle yaratılan gelirin tamamına eşit harcama yapılır. Talep yetersizliğinden ileri gelen bir işsizlik görülmez. Gerçi, insanlar gelirlerinin bir kısmını gelecek gereksinmelerini düşünerek tasarruf ederler. Ne var ki, tasarruflarını atıl bırakmazlar; ödünç vererek tasarruflarının ödülünü görmek isterler. Böylece birinin harcamadığını başkası harcar; tasarruf kadar yatırım yapılır. Toplam talep ile toplam arz arasındaki eşitlik sağlanmış olur. Tasarruf - yatırım eşitliğini, dolayısıyla toplam taleple toplam arz arasındaki eşitliği reel faiz haddindeki değişmeler sağlar. Yine klasik teoriye göre, bu eşitlik tam istihdam düzeyinde meydana gelir. Bunu reel ücretlerdeki değişmeler sağlar. Çünkü gerek emek talebi, gerekse emek arzı reel ücretlerin bir fonksiyonudur.J. M. Keynes «kendi kendine işleyen bir piyasa ekonomisi düzeninde iktisadi dengenin bozulmayacağı ve bu dengenin tam istihdam düzeyinde oluşacağı» yolundaki klasik düşünceyi eleştirmiştir. Ona göre, insanların ellerine geçen parayı atıl bırakmayacakları görüşü her zaman gerçeğe uymaz. Gerek tasarruf, gerekse yatırımların faiz esnekliği klasiklerin iddia ettiği düzeyde değildir. Tasarruf her şeyden önce gelir düzeyine bağlıdır. Yatırım sermayenin marjinal verimliliği ile faiz haddine göre oluşur. Örneğin, kâr şansının azaldığı, zarar etme olasılığının arttığı iktisadi dönemlerde faiz haddi düşürülse bile, firmalar yatırım yapmaktan çekinebilirler. Böylece talep yetersizliği meydana gelebilir.Talep azlığından meydana gelen işsizliğin işçilerin daha düşük ücrete çalışmaya razı olmaları suretiyle giderilebileceği yolundaki düşünce gerçekleri yansıtmamaktadır. Çünkü parasal ücretler düşse bile, iktisadi daralma dönemlerinde görüldüğü gibi, eğer üretilen malların fiyatlarında da düşme varsa, reel ücretlerde istihdam düzeyini yükseltmeğe yeter derecede bir düşme olmayabilir. Kaldı ki günümüzde işçi sendikaları ücretlerin düşürülmesine karşı çıkarlar.Talep azlığından meydana gelen işsizliğin işçilerin daha düşük ücrete çalışmaya razı olmaları suretiyle giderilebileceği yolundaki düşünce gerçekleri yansıtmamaktadır. Çünkü parasal ücretler düşse bile, iktisadi daralma dönemlerinde görüldüğü gibi, eğer üretilen malların fiyatlarında da düşme varsa, reel ücretlerde istihdam düzeyini yükseltmeğe yeter derecede bir düşme olmayabilir. Kaldı ki günümüzde işçi sendikaları ücretlerin düşürülmesine karşı çıkarlar.J.M. Keynes'e göre, işçi istihdamı firmaların üretim kararlarına; firmaların üretim kararları ise, satışlara bağlıdır. Yani istihdam düzeyini belirleyen öğe gerçek taleptir. Alış verişe paranın aracı olduğu piyasa ekonomilerinde gelirden az veya gelirden fazla harcama yapılabilir. Gelirden az harcama yapılırsa, firmaların satışları azalacağından, istihdam hacmi daralır; gelirden fazla harcama yapılırsa, firmaların satışları artacağından, eğer ekonomide eksik istihdam durumu varsa, istihdam hacmi genişler, üretim artar; tam istihdam durumu varsa, fiyatlar yükselir.Şu açıklamadan anlaşılacağı gibi, ekonomik denge her zaman tam istihdam düzeyinde oluşmaz; eksik istihdam düzeyinde de meydana gelebilir. Bu durumda istihdam hacmini genişletmek, tam istihdam düzeyine ulaşmak için toplam talebin artırılması zorunludur. Çünkü firmaların istihdam hacmini genişletmeleri satışlarına, bu ise, harcamaların, yani talebin artmasına bağlıdır.Tam istihdamı talebe bağlayan görüşlere Malthus, Sismondi ve bazı sosyalist ekonomistlerde de rastlamak mümkündür. Ancak, Keynes toplam arz ile toplanı talebi belirleyen öğeleri inceleyerek, yeni bir sistem kurmaya çalışmıştır.Keynes'e göre, istihdam düzeyini ve milli geliri belirleyen toplam gerçek talep iki kısımdan oluşmaktadır :i) Tüketim mallarına talep; Keynes'in deyimi ile beklenilen tüketim harcamaları;ii) sermaye mallarına talep; Keynes'in deyimi ile beklenilen yatırım harcamaları.Keynes kitabının büyük bir kısmını bu iki talebin incelenmesine ayırmıştır. Gerek tüketime, gerekse yatırıma çeşitli değişkenler tesir etmektedir. Bu değişkenler objektif ve sübjektif olmak üzere iki kısımda incelenebilir.i) Tüketimi belirleyen objektif değişkenlerin en önemlisi gelirdir. Gelirle tüketim giderleri arasındaki fonksiyonel ilişkiye tüketim eğitimi derler. Tüketim eğilimi gelirin tüketime harcanan kısmının gelire oranıdır. Tüketim eğilimini h ile gösterecek olursak, tüketim mallarına talepI = h . Gye eşittir. Burada I tüketim mallarına talep miktarını, yani tüketim harcamalarını, G milli geliri göstermektedir. Gelir arttıkça tüketim de artar. Fakat bu artış gelirdeki artış oranında olmayıp, daha düşük orandadır. Başka bir deyimle, marjinal tüketim eğilimi (dl/dG) müsbet olmakla beraber, birden küçüktür. Belki hiç yatırım yapılmayan durgun bir ekonomide gelire eşit tüketim yapılması düşünülebilir. Ancak, gerçekte böyle bir ekonomi yoktur. Gelişen her ekonomide gelirin tamamı tüketilmeyerek, bir bölümü tasarruf edilir. Hemen her ekonomide halk eline geçen gelirin tamamını tüketime harcamaz; çeşitli saiklarla bir bölümünü tasarruf eder. Genel olarak gelir yükseldikçe, marjinal tüketim eğilimi azalır, marjinal tasarruf eğilimi artar. Gelirle tüketim harcamaları arasında tasarruf eğilimine göre değişen bir fonksiyonel ilişki vardır. Tüketim harcamalarına gelirden başka, gelir bölüşümünde, faiz haddinde ve vergi politikasındaki değişmeler gibi objektif öğeler; ileride yapılması muhtemel tüketim harcamaları için ihtiyatlı olma, ailenin gelecekte büyüyen gereksinmeleri ile gelir durumu arasındaki muhtemel dengesizlikleri giderme düşüncesi, faiz ve fiyat artışlarından yararlanma arzusu, gittikçe artan giderlerin vereceği tatmin hissi, hür ve güçlü olma arzusu, ticari ve spekülatif plânların gerçekleştirilmesi amacı ile hazır para bulundurma arzusu, aileye servet bırakma düşüncesi, hasis veya müsrif davranışlar gibi sübjektif öğeler tesir edebilir.Keynes faiz haddinin tasarruf, dolayısıyla tüketim üzerine etkisini kuşku ile karşılamaktadır. Ancak, uzun devrede faiz haddinde önemli denilebilecek yükselmeler ve düşmeler tasarrufu, dolayısıyla tüketimi etkileyebilir. Kısa devrede faiz haddinin tüketim eğilimi üzerine doğrudan bir etkisi yoktur. Çünkü tasarruf üzerinde faizden çok alışkanlıklar ve gerek sinmeler etkili olur. Bununla beraber, faiz haddinin tüketim eğilimini, ekonomik dengenin başka büyüklüklerine tesir etmek suretiyle dolaylı yoldan etkilemesi mümkündür. Keynes'i klasik ekonomistlerden ayıran önemli noktalardan biri budur.Keynes'e göre, vergi politikasının tüketim eğilimi üzerine tesiri faiz haddindeki değişmelerden daha kuvvetlidir. Örneğin, gelirler arasındaki eşitsizliği azaltıcı yönde bir vergi politikası tüketim eğilimini artırır. Öte yandan devletin vergi hasılatından borçlarını ödemesi tüketim eğilimini olumsuz yönde etkileyebilir.Keynes'in sisteminde tüketim eğilimi istihdam düzeyini, gelir hacmini belirleyen değişkenlerden biridir. Gerçekten tüketim mallarına talep bu malların yeniden üretilmesine ve gelirin yeniden oluşmasına yol açar. Tüketim eğilimi, tüketimi etkileyen koşullar çabuk değişmediğinden, uzunca bir devre sabit kabul edilebilir. Gelirin tüketime harcanan bölümü yeniden üretilir. Gelirin tüketilmeyen kısmı tasarrufu oluşturmaktadır. Tasarrufun yeniden üretime, yani gelire dönüşmesi için yatırılması gereklidir. Tasarruf kendi başına gelire dönüşmez.Bu gerçek, Keynes'i tüketim eğilimi ile gelir artışı arasında bir ilişki kurmaya sevk etmiş ve R.F. Kahn tarafından ortaya atılan çoğaltan (multiplier) katsayısını sistemine dahil etmiştir. Çoğaltan katsayısını k harfi ile gösterecek olursak, yatırımlardaki bir artışın milli gelirde husule getireceği artışdG = k . dY ye eşit olacaktır. Burada G milli geliri, Y yatırımı göstermektedir. Fakat iktisadi daralma dönemi için düşünülebileceği gibi, tüketimde bir değişiklik husule gelmeyerek, gelirdeki artışın tamamı tasarruf edilecek olursa, marjinal tüketim eğilimi sıfıra, çoğaltan katsayısı bire eşit olacağından, gelirde ancak yatırımdaki artışa eşit bir artış meydana gelecek; aksine gelirdeki artışın tamamı tüketime harcanacak olursa, tüketim eğilimi bire, çoğaltan katsayısı sonsuza eşit olacağından, gelirdeki artış sonsuz olacaktır. Ancak, son iki halin birbirine zıt iki ekstrem durumun gerçeği yansıtmayacağı unutulmamalıdır. Gelişen bir ekonomide gelirdeki artış tüketim ve tasarruf arasında paylaşıldığına göre, normal durumun da bu iki ekstrem halin arasında olacağı kendiliğinden anlaşılır.Keynes istihdam teorisinde yatırımın istihdamı artırıcı etkisini incelerken, eksik istihdam durumunun mevcut olduğunu varsaymıştır. Çünkü, ancak eksik istihdam durumunda yatırım üretimin artmasına sebep olur. Tam istihdam durumunda üretim artırılamayacağından, yatırımdaki artış fiyatların yükselmesine sebep olur.b) Sermaye mallarına karşı talep, Keynes'in deyimi ile halkın tahmin olunan yatırımı sermayenin marjinal etkinliği ile faiz arasındaki ilişkiye bağlıdır. Çeşitli olanaklar arasında tercih yapabilen bir kimsenin yatırımda bulunabilmesi için, yatırılan sermayenin marjinal etkinliğinin (veriminin) piyasa faiz oranının üstünde olması gerekir. Yatırım sermayenin marjinal verimi faiz oranına eşit olana kadar devam eder.ba) Sermayenin marjinal verimi sermayedeki artışın verimde husule getireceği artışı gösterir. Yani,
Rj= d V/d Sdir. Keynes'in deyimi ile sermayenin marjinal verimi sermaye malının üretimde kullanıldığı sürece getireceği gelirlerin bugünkü değerini, sermaye malının yeniden üretim maliyetine eşit kılan ıskonto haddine eşittir. Bir sermaye malı talep eden, yani yatırımda bulunan bir kimse, bu yatırımın kendisine gelecekte getireceğini umduğu q1, q2, ... qn gelirlerine göre, bugünkü değerini hesaplar. Eğer hesaplanan değer yatırımın arz fiyatından yüksek ise, yatırıma karar verir. Gelecek gelirlerin bugünkü değerini bulmak demek, yatırımın kapitalize değerini bulmak demektir. Şu açıklamadan anlaşılacağı gibi, sermayenin marjinal veriminin hesabında firmaların geleceğe ait kâr tahminleri büyük bir önem taşımaktadır. Firmalar geleceğe ait kâr tahminlerini bugünkü iktisadi duruma, mevcut malların mal oluş ve satış fiyatlarına göre yaparlar. Görülüyor ki, Keynes'in istihdam teorisinde firmaların geleceğe ait tahminlerinin önemi büyüktür. Firmaların geleceğe ait beklentilerinin değişmesi sermayenin marjinal verimini değiştireceğinden yatırımı etkiler.Bundan dolayıdır ki, Keynes'in sisteminde kâr tahminlerinin (geleceğe ait beklentilerin) büyük önemi vardır. Kâr tahmini konusu, uzun ve kısa vadeli olmak üzere iki kısımda ele alınabilir. Kısa devrede firmaların kâr tahmini, mevcut sermaye teçhizatının kullanılması ile ilgilidir. Bu ise sürüm miktarı ve fiyatlara bağlıdır. Uzun devrede kâr tahmini sermaye teçhizatının genişletilmesinin uygun olup olmadığı konusu ile ilgilidir. Buna göre sermaye mallarının talebinin daha çok firmaların uzun devre kâr tahminlerine bağlı olduğu söylenebilir.Yukarıda kısa olarak açıklanan biçimde tahmin edilen sermayenin marjinal verimi faiz haddinin üstünde ise, yatırım kârlı olacağından, yatırıma karar verilecektir; değilse, tasarruf kıymetli senetlere plase edilecektir veya nakit para olarak tutulacaktır. Yatırım, sermayenin marjinal verimi faiz haddine eşit olana kadar genişletilebilir. Keynes'in deyimi ile bir sermaye yatırımının t zamanı içinde tahmin edilen geliri qt ise, ve bir liranın aynı zaman içinde getireceği faizlere göre hesap edilen bugünkü değeri dt ise, bu yatırımın talep fiyatı qt . dt dir. Yatırım, bu fiyatın arz fiyatına, yani sermaye mallarının yeniden üretim fiyatına eşit olana kadar devam eder. bb) Faiz haddi kredinin fiyatıdır. Keynes'e göre, klasik teori faizi tüketimden feragatin bir fiyatı olarak görmektedir. Oysa, tasarruf dur düğü yerde bir gelir getirmez. Tasarrufun gelir getirebilmesi ödünç verilmesi ile mümkündür. Ödünç verme ise, paranın ödeme vaadi ile değiştirilmesidir. Yani, kredi veren paradan vazgeçmektedir. Öyle ise, faiz likiditeden feragatin (paradan vazgeçmenin) karşılığıdır. Başka bir deyimle, faiz gelirin tüketim ve tasarruf arasında kullanma şekline değil, tasarrufun para olarak tutulması veya ödünç verilmesine bağlıdır.Hareket noktası bu olan Keynes faiz haddinin para arz ve talebine göre oluştuğunu söylemektedir. Para arzını, para ve kredi işlerini ayarlamakla görevli makamlar (merkez bankası) belirler. Para talebine gelince, Keynes'in likidite tercihi deyimi ile ifade ettiği para talebi halkın ödeme gereksinimini gidermek için cebinde, kasasında, bankalardaki vadesiz mevduat hesabında tutmak istediği para miktarını göstermektedir. Halk i) muamele, ii) ihtiyat, iii) spekülasyon saiki ile para talep eder.i) Muamele saiki ile para talebi (likidite tercihi) ev idareleri ve firmaların günlük alış verişlerinin gerektirdiği ödemeleri yapabilmek için el altında tutmak istedikleri para miktarıdır. Ev idareleri ve firmaların gelirleri giderleri aynı zamana rastlamaması onları günlük alış verişlerinin gerektirdiği ödemeleri yapabilmek için para tutmaya (likidite tercihine) sevk eder.ii) İhtiyat saiki ile para talebi (likidite tercihi) ev idareleri ve firmaların önceden kestirilemeyen ödemelerini yapabilmek için ihtiyaten el altında tutmak istedikleri para miktarıdır.iii) Spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) fiyatlarda yer ve zaman bakımından meydana gelen değişmelerden yararlanmak maksadıyla el altında tutulmak istenen para miktarıdır. Gerçekten, malların fiyatları yükseliyorsa, bazı kimseler bugün ucuz almak, yarın pahalı satmak; fiyatlar düşüyorsa, bugün pahalı satmak, yarın ucuz almak suretiyle fiyat farkından kazanç sağlamak isterler. Bu türlü işlemleri yürütebilmek amacı ile el altında tutulmak istenen para miktarına spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) denir.Muamele saiki ve ihtiyat saiki ile para talebi daha çok gelir düzeyine; spekülâsyon saiki ile para talebi daha çok faiz haddine bağlıdır. Diğer etmenler aynı kalmak şartı ile, gelir yükseldikçe, muamele ve ihtiyat saiki ile para talebi artar; gelir düştükçe, muamele ve ihtiyat saiki ile para talebi azalır.Diğer etmenler aynı kalmak şartıyla faiz haddi yükseldikçe, spekülasyon saiki ile para talebi azalır; faiz haddi düştükçe, spekülasyon saiki ile para talebi artar. Şöyle ki, faiz haddi yükseldiği zaman, tahvillerin kapitalize değeri düşeceğinden, parası olanlar düşük fiyatla tahvil alarak, ileride yüksek fiyata satmak suretiyle kâr sağlamak isterler; spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) azalır. Faiz haddi düştüğü zaman, tahvillerin kapitalize değeri yükseleceğinden, ellerinde tahvil bulunanlar bu tahvilleri yüksek fiyata ellerinden çıkartarak, ileride düşük fiyata almak suretiyle kâr sağlamak isterler; spekülasyon saiki ile para talebi (likidite tercihi) artar.Yukarıda ana hatları ile anlatmaya çalıştığımız Keynes'in faiz teorisi klasik teoriye benzememektedir. Keynes klasik teorinin, faiz haddini yatırımı tasarrufa eşit kılan bir fiyat olarak açıklamasını doğru bulmamaktadır. Keynes'in sisteminde faiz haddi üç bağımsız değişkenden biridir. Faiz haddi bilinmeden gelir düzeyini ve buna bağlı olarak tasarruf miktarını belirlemeğe imkân yoktur.Keynes'in faiz teorisine bazı eleştiriler ileri sürülmüştür. Bu arada Keynes'in faizi izah için ortaya attığı likidite teorisinin, faiz haddini kredi arz ve talebine göre izah eden teorilerin aynı olduğunu iddia edenler de vardır. Bizzat Keynes kendisine yöneltilen eleştiriler üzerine 1937 de Economic Journal'da yayınladığı bir makalede yatırımın para talebini artırarak faiz haddini etkileyebileceğini kabul etmiştir. Bununla beraber, Keynes ile klasikler arasında yine de önemli farklar vardır.
Kaynak
www2.aku.edu.tr/~mmasca/idt_XII_hafta_johnmaynardkeynes.ppt
www2.aku.edu.tr/~mmasca/idt_XII_hafta_johnmaynardkeynes.ppt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder